29 Mart 2010 Pazartesi

İslam Sermaye (Mal) Biriktirmeyi Yasaklar............................................ [Muhammed Nur Denek]

Kur’an; servetin belli ellerde birikmesine ve sermayenin verimli ve yararlı ekonomik kanalların dışına çıkmasına yol açan bir şekilde, emek harcamadan gelir elde edilmesini yasakladığı gibi, herhangi bir şekilde ihtiyaçtan fazla mal biriktirmeyi de yasaklar.

Aşağıdaki ayet hiçbir yoruma ihtiyaç göstermeyecek kadar aşikârdır:

“Ey inananlar! Hahamların ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yer ve onları Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde yakıldığı gün alınları, böğürleri ve sırtları o biriktirdikleri ile dağlanacak, 'bu kendiniz için biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın' denecektir"(Tevbe, 34-35).

İlk Müslümanlardan ve peygamberimizin seçkin sahabelerinden biri olan Hz. Ebuzer, bu ayetten, Müslümanların ihtiyacının üzerinde mal edinme yetkisi olmadığı anlamını çıkarmıştır.

Hz. Ebuzer, Peygamber'in ve yakın arkadaşlarının uygulamalarını, Kur'an'ın ruhu’nun teyidi olarak görmüştür. Ammar bin Yasir, Miktad, Selman-ı Farısi ve Hz. Ali gibi seçkin sahabeler de bu ayeti aynı şekilde yorumlamışlardır.

“Ey müminler mallarınızı aranızda haksızlıkla israf etmeyin, karşılıklı rıza ile yapılan işler hariç, birbirinizi öldürmeyin, Allah şüphesiz ki size merhamet eder.” (Nisa, 29)

Zenginliğin temel şartlarına işaret eden bu ayet, mal sahibi olmanın beraberinde belli sorumluluklar getirdiğini ve ancak bu sorumluluklar gereği gibi yerine getirilirse meşru olabileceğini açıklamaktadır. Yanlış doğrunun tersidir, ayette geçen “malların israf edilmesi” deyimi faydasız ve boş yere tüketilmesi anlamına gelir, bunun zıddı ise insanlığa faydalı şekilde kullanılması demektir. Bu da insanlara servetin asli ve tabiî şartlarını hatırlatmaktadır, ister tabiî kaynaklardan olsun ister mamul mallardan olsun servet bütün insanlara aittir ve herkesin istifadesine açık olmalıdır. Yararsız ve aşırı servetin İslam'da kesinlikle yeri yoktur; Allah’ın olan mülkiyeti kullanma hakkı, ancak, israf etmeden, sermaye biriktirmeden, toplumun yararına kullanım şartıyla mümkün olabilir.

“Aranızda malları haksızlıkla yemeyin, bildiğiniz hâlde günaha girerek insanların mallarından bir kısmını yemek için onu yöneticilere aktarmayın.” (Bakara, 188)

Esas olarak tüm topluma ait olan malların (servetin) israfı, adil ve normal olmayan bir durumdur. Bu anormal durumun ortaya çıkabilmesi ancak yoksul, mahrum ve mazlum halklar üzerinde kurulan baskı ve zorlama ile sürdürülebilir, bunu elde edebilmek için servetperestlerin iktidarı kontrolleri altına almaları gerekir. Bunun gerçekleşmesi için, açların, karın tokluğuna çalıştırılanların, mazlumların, yetim ve yoksulların emeklerinden biriktirmiş oldukları servetlerinin bir kısmını, güçlerini sürdürebilmek için iktidarda olanlara vermeleri, onlarla ittifak hâlinde olmaları gerekir; aksi takdirde iktidardakilerden destek göremezler ve insanların emeklerinini bir kısmını mülk edinemezler. Bu gibi kişiler ve bazı yöneticiler arasındaki bu işbirliği, mazlum halklar karşısında tek güç olmalarının gerekliliğindendir. Bu iki grup (vahşi kapitalist işadamları ve onlara uyan yöneticiler), bu tür bir toplumu, birbirlerini destekleyerek yönetebilirler. Kurdukları sistemi ayakta tutmak ve işleyişini sürdürebilmek için halk kitlelerini çeşitli oyunlarla kontrol altında tutmaya çalışırlar. Aslına bakılırsa, adeta birer baskı devleti hâlini almış olan bu zulüm sistemlerinin temelini, siyasî iktidarlar değil, iktisadî tağutlar (bazı zengin işadamları) oluşturmaktadır.

Kur'an'ın işaret etmiş olduğu realite (gerçeklik), yalnızca servet ve sermaye biriktirme temelinde, yani vahşi kapitalist bir sistem oluşturmayı amaçlayan devletlerin, baskı devleti olma hâllerini sürdürebilmelerinin, aslında tüm halka ait olan servete ve tabiî kaynaklara el konulmasına ve bir grup mutlu azınlığın varlığına ihtiyaç duyduğudur. Demek oluyor ki, İslam doğruluk ve adalet ilkelerini esas alır ve toplumda bir takım kimselerin çıkarlarını korumaz; İslamî anlayışa göre, insanlar arasında servetin adaletsiz şekilde kullanılması sosyal bir zorunluluk değildir, yani doğal bir şey, kaçınılmaz bir şey değildir. Söz konusu durumun, toplumların adalet ve doğruluk ilkelerinden sapmasının, saldırganlığın, açgözlülüğün, sömürgeciliğin ve zulmün sonucu olduğudur. Toplumlarda zulüm, haksızlık ve sömürü temelde mal biriktirme tutkusundan kaynaklanmaktadır. Toplumsal huzursuzlukların, sosyal adaletsizliklerin ortaya çıkmasına sebep olan bu açgözlülük, İslam’ın kesinlikle yasakladığı bir olgudur. Hz. Muhammed (AS) şöyle buyurmuştur: “Kifayet miktarından fazla dünyalık biriktiren, kendini cehennem ateşine atmış olur” / “Kendi içindeki zayıf ve fakirlere ait olan hakları (güç sahibi zorbaların ele geçirdiği hakları) hiçbir tereddüt göstermeden geri alamayan bir toplum refaha, saadete erişemez.” (cami-us sağir)

Yine Hz. Muhammed’in hak Ali iledir, Ali hak iledir, Ali Kur'an'ladır, Kuran Ali iledir, gibi methiyelerle övdüğü müminlerin velisi Hz. İmam Ali, halifeliği döneminde Mısır’a vali tayin ettiği Malik Bin Eşter’e yazdığı ünlü emirnamesinde bakın ne buyurmuşlardır: “Sana helâl olmayan şeylerden nefsini koru, hükümdarlık döneminde kalbinin şiarı merhamet etmek, insanları sevmek, onlara lütuf etmek olsun. Sakın onların sırtından geçinen zavallı bir kurt gibi olmayasın, çünkü onlar iki sınıftır ya senin din kardeşindir ya da yaratılışta bir eşindir. Allah’a karşı insafını koru, onun emirlerine itaat et, emirlerine karşı çıkma ve asla ne sen halka zulüm et ne de yakın akraban ve arkadaşlarına izin ver, öyle olma ki bu insanlar sana güvenerek halka zulüm yapmasın. Şunu da bil ki Allah’ın kullarına zulüm edenin düşmanı Allah’ın kendisidir. Allah haksız yere düşman olmayacağına göre, Allah’ın düşman olduğu kişilerin özür ve delilleri de kabul edilmez. O kişi, tövbe edip mazlumun hakkını geri verene, onun gönlünü alana kadar Allah’la savaş hâlindedir. Şunu da bil ki hiçbir şey, Allah’ın nimetinin kesilerek yerine hüsranın gelmesinde zulüm üzerine kurulan bir yönetim kadar etkili değildir. Allah mazlumların nidalarını duymaktadır ve onların hakkını zalimlerden en iyi şekilde alandır.”(Nehc-ul Belağa; 53. Ahitname)

Hz. İmam Ali, hilafeti döneminde, ülkesinde çözüm bekleyen sayısız siyasî problemler olduğu hâlde, onların hiçbirine, sosyal adalet ve fakirlerin durumlarının düzelmesine verdiği önem kadar önem vermemiştir.

“Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline! Sanır ki, malı kendisini ebedileştirmiştir, iş öyle değil, and olsun ki o kırıp döken, silip süpüren cehenneme atılır.” (Hümeze Suresi: 1–4)

“Allah'ın ihsan ettiğini vermekten sakınanlar, bunu kendileri için hayır sanmasınlar. Hatta bu onlar için şerdir. Sakındıkları (biriktirdikleri, vermedikleri) şeyler kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır, ve Allah’ındır göklerin ve yeryüzünün mirası (tüm mülkiyeti) ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Al-i İmran Suresi: 180)

“Ey inananlar Allah’a ve peygambere ihanet etmeyin ve bile bile emanetlere de ihanette bulunmayın.” (Enfal, 27)

“Biliniz ki siz şunlarsınız; Allah yolunda malınızı, mülkünüzü harcamaya çağırılıyorsunuz da içinizden cimrilik edenler var ve kim cimrilik ederse kendine zarar vermiş olur. Allah Müstağni’dir ve yoksullar sizsiniz; ve itaatten yüz çevirirseniz yerinize bir başka topluluğu getirir, sonra görürsünüz ki size benzememektedirler.”(Muhammed 38)

“Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sende ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk yapma, çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez.” (Kasas, 77)

“İşte ahiret yurdu, biz onu yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere veririz.” (Kasas, 83)

“Ve Allah rızk bakımından bir kısmınızı bir kısmınızdan üstün kılmıştır, geliri fazla olanlar, rızklarını, elleri altında bulunanlara verip onları da geçim bakımından kendilerine eşit etmezler. Allah’ın nimetini bile bile inkâr mı ederler?” (Nahl, 71)

Kur'an'dan naklettiğimiz bu ayetler, dinin özünü, adalet anlayışını; Allah kullarının, malla birlikte, nasıl bir toplumsal sorumluluk altına girdiklerini açıkça ortaya koymaktadır. Âlemlere rahmet Hz. Muhammed (AS) da ayrıca şunları buyurmuştur; “Kimin yanında bir mümin zor durumda kalırsa, o kişi o mümine imkânı olduğu hâlde yardım etmezse Allah onu kıyamet gününde halkın önünde alçaltacaktır.”(cami-us sağir c-1 s-144) / “Kim Allah'ın gazap ettiği bir buyruk sahibinin yaptığı kötülüğe razı olursa Allah'ın dininden çıkmıştır.” / “Kim bir zalime, onun zalim olduğunu bilerek yardım ederse Müslümanlıktan çıkar.”(cami-us sağir, c-2, s-167)

Bakın bunlar da adaletin ve ilmin kaynağı olan Hz. İmam Ali’den: “Her zaman fakirden yana ol, çünkü Allah da onlardan yanadır, asla sömürücü zenginin yanında olma, çünkü şeytan onların yanındadır.” / “Adamlığın en üstün derecesi, malı ve mülkü esirgemeyerek kardeşleriyle geçinmesi, herhâlde onlarla eşit olmasıdır.” / “Gerçekten de noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, yoksulların geçimlerini, zenginlerin mallarında takdir buyurmuştur. Hiçbir yoksul aç kalmaz ki, bir zengin onun hakkını vermiş olsun; Yüce Allah da zenginlere bunun hesabını soracaktır.”(nahc-ul belağa: gerçek adalet)

İslam dini; Adaletin ve ihsanın temellerini yıkmaya, zenginlerin gururlu ve güçlü olmasına, işçi ve emekçilerin haklarının gasp edilmesine, din adamlarının zavallı gariban halkın sırtından zenginleşerek mal yığmalarına…vs. destek olmak için gelmemiştir.

İslam dini; sosyal toplumlarda bazı gurupların, saraylarda, villalarda, gökdelenlerde ve lüks evlerde yaşamaları (diğer yandan çok sayıda insanın gecekondularda, çadırlarda, mağara gibi evlerde yaşamaları) için gelmemiştir.

İslam dini; bir tarafta açlıkla ve sefaletle kıvranan ve ilaç alacak imkânları bile olmayan insanlar varken, diğer tarafta, bürokratların, siyasetçilerin, yönetici ve işadamlarının şatafatlı, israf dolu, renkli renkli bir hayatın içinde yüzmeleri ve çocuklarının oyuncakları için, emekçilerin asgari ücretlerinin kat be kat fazlasını harcamaları için gelmemiştir.

İslam dini; toplumda bir tarafta, insanların çok az bir kısmının (bazı yöneticiler ve mal sahipleri) çocukları iyi besleniyorken, iyi bir eğitim alabiliyorken, son derece sağlıklı bir bedene sahip olurken, diğer tarafta, iyi beslenemediği için göğüslerinden süt bile gelmeyen annelerin çocuklarını yalnızca suyla beslemek zorunda kalmaları için gelmemiştir.

İslam dini; toplumlarda iktidar ve mal sahipleri, çeşitli zevk ve sefalara dalsın, mazlum ve mahrumların çalışmasından elde ettikleri mallarla dünyanın bir ucundan kalkıp öbür ucundaki yerlere seyahat edebilsin, çocukları babalarının mallarıyla refah içinde her türlü imkânlarla yaşasın, ve diğer tarafta ise, milyonlarca insan fakirliğin, felaketin ve açlığın zorluklarıyla pençeleşsin diye gelmemiştir.

İslam dini; toplumda mülk sahiplerinin, toprak sahiplerinin, gayrı menkul zenginlerinin, hiçbir çaba ve emek sarf etmeden, zenginliklerine zenginlik katabilmeleri, her yıl yeni bir ev, son model bir otomobil alabilmeleri ve bunların taksitlerininin de, karnı dahi zar zor doyabilen, zavallı insanların emeğiyle ödenebilmesi için gelmemiştir.

Yüce İslam dini bunların tamamını lanetlemiştir ve tüm peygamberlerin uygulamak için vazifelendirildiği şey, adalettir.

“And olsun biz elçilerimizi mucizelerle gönderdik, onlarla birlikte kitap ve ölçüyü de indirdik ki adaleti ayakta tutsunlar.” (Hadid, 25)

“Bir saat adaleti icra etmek, yetmiş sene ibadetten üstündür, zayıfların hakları zorbalardan alınmıyorsa o toplumun Allah katında ne değeri vardır?” / “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”

“Adaleti ikame ederek onun varlığına şahadet ederler.” (Al-i İmran, 18)

“İnsanlardan Adaleti emredenleri...” (Al-i İmran, 21)

“…Adaleti gözetin…” (Nisa, 135)

“…Allah için adaleti gözeten şahitler olun…”(Maide, 8)

“…Aralarında adaletle hükmet…” (Maide, 42)

“…De ki: Rabbim adaleti emretti…” (Araf, 29)

“…Adil davranınız. Çünkü Allah adil davrananları sever.” (Hucurat, 9)

“İnsanların adaleti yerine getirmeleri için…” (Hadid, 25)

“İnsanların mallarını eksik vermeyin, ıslah ettikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (Araf, 85)

“İnsanların hakkını azaltmayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın…” (Şuara, 183)


İslam’ın özü adaletin icrasıdır, ya da adaletin icrası için mücadele etmektir, tüm peygamberlerin mücadeleleri de adaletin icrası temelindedir. Hiçbir âlim, din adamı ya da kişi adaletin uygulanması ve gözetilmesi şeklindeki bu önemli ve kat’i emirlerin sadece tavsiye ve nasihat olduğunu iddia edemez, eğer böyle iddiada olanlar varsa ya dini anlamamışlardır, ya da dini özünden uzaklaştırma çabasındadırlar...

Bu ayetlerin vurgulamaları ve peygamberlerin uygulamaları, bizlere, kesin bir hükümle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Mümin’lerin emiri Hz. Ali, Nehc’ul Belağa’nın 127. hutbesinde şöyle der: “Serveti insanlar arasında bölüştürürken bir gurubu kayırıp, diğer insanları haklarından ve hisselerinden yoksun bırakmayın.”

Âlemlere rahmet olan peygamberimiz Hz. Muhammed (AS) İslam’ın özünün Adalet olduğunu, toplumsal hakların eşit bir şekilde kullanılması gerektiğini tek cümlede çok aşikâr ve net bir şekilde özetlemiştir; “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”

Bu tek cümlelik özet aslında her şeyi çok net anlamamız için yeterlidir. Komşuluk ilişkisinden kasıt, yaşamakta olduğumuz tüm toplumu ifade etmektedir; açlık, tokluk ifadesinde ise insanların ihtiyaç duyduğu tüm temel ihtiyaçlar kastedilmektedir (beslenme, sağlık, eğitim, sığınma… vs.). Bu öyle bir şekilde ifade ediliyor ki, Allah Resulü, toplumun ihtiyacı söz konusu iken o ihtiyaçları görmezlikten gelerek mal biriktirenleri, servet toplayanları kendinden, yani İslam’dan saymıyor.

“Kimin yanında bir mümin zor durumda kalırsa, o kişi o mümine imkânı olduğu hâlde yardım etmezse Allah onu kıyamet gününde halkın önünde alçaltacaktır”(cami-us sağir, c-1, s-144).

“Kim Allah'ın gazap ettiği bir buyruk sahibinin yaptığı kötülüğe razı olursa Allah'ın dininden çıkmıştır” / “Kim bir zalime, onun zalim olduğunu bilerek yardım ederse Müslümanlıktan çıkar.”(cami-us sağir, c-2, s-167).

İslam gereksiz yere mal biriktirmeyi ve zulme rıza göstermeyi bu dairenin dışına çıkmak olarak kabul eder; bu bir vicdan işi değil, bu Allah’a iman edip etmeme, Nübüvveti kabul edip etmeme, kitaba inanıp inanmama ölçüsüdür.

Bir toplumun İslam toplumu olabilmesi için o topluma adaletin hâkim olması gerekir; aynı şekilde cemaat, dernek ve benzeri oluşumların gerçekten dine uygun olabilmeleri de ancak adaletin o topluluklarda hâkim olmasıyla söz konusu olabilir. Bir cemaat ya da oluşum kendini İslam’a hizmete adamış olma iddiasında ise, o toplumlarda aşırı fakir ve zenginlerin olmaması gerekir, aksi hâlde yapılan hizmet Allah için yapılan bir hizmet olamayacaktır.

Nitekim peygamberi misyon ve dinin üzerine bina edildiği hakikat, adalettir. Ferdî ibadetler ve toplumsal ilişkilerde de, Allah'ın koyduğu kuralların tümü, adalet temelinin üzerine bina edilmiştir. İman dahi adalet temeli üzeredir. Allah; imanı, gayba inanmayı, ancak, adaleti yüreğinde taşıyan temiz fıtrat sahibi insanların kalbine ilham etmektedir. Adalet olmayan yürekten, adalet sadır olmaz ve adaleti taşıyamayan zalimlerin kalplerinde imana yer yoktur.

İslam Dini; toplumda hiçkimse aç kalmasın, yetersiz beslenmesin, yeryüzü nimetlerinden tüm insanlar eşit şekilde faydalansınlar diye gelmiştir.

İslam Dini; toplumlarda idarecilerin de, yöneticilerin de, işçilerin, esnafların, işsizlerin, erkek, kadın ve çocukların da eşit şekilde yaşamaları, birbirlerinin haklarını gasp etmemeleri için gelmiştir.

İslam Dini; toplumda tüm ırkların eşit olmaları, birbirlerine zulüm etmemeleri, eşit şartlarda yaşamalarını temin etmek için gelmiştir.

İslam Dini; kimse aç yatmasın, kimse eğitimsiz kalmasın, kimse tedavisiz kalmasın, tüm insanlar insanca ve kardeşçe yaşasınlar diye gelmiştir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder